Ne oynuyoruz?

Etiketler

, ,

Uyarı: Bu post; oyun sevmeyen yetişkinler ve çocuksuz yetişkinler için uzun, gereksiz ve sıkıcı olabilir. Uyarmadı demeyin:)

İnternetten ve diğer bloglardan derlediğim ya da uyarladığım (ve tabii ki biz yetişkinlerin de küçükken oynadığı), Bilgeyle en sık oynadığımız, aklımda en çok kalan oyunları burada da sıralamak istedim… Yoksa o kadar çok oyun var ki yazsam kaç post kaplar:)

Bir ön bilgi vermek istiyorum: Benim için artık oyunlar ikiye ayrılıyor;
1-Ayakta oynanan oyunlar 2-Oturduğun yerden oynanan oyunlar:)

İlk olarak ayakta oynadığımız oyunları sıralıyorum…

– AYNA-GÖRÜNTÜ
Bu oyunu 2,5-3 yaşından beri oynuyoruz.
Oyun 2 kişiyle oynanır. Bir kişi ayna, diğeri görüntü olur. Görüntü ne yaparsa ayna da aynı anda görüntünün yaptıklarını yapar.

– MIŞ GİBİ
Bu oyunu oynamak için çeşitli dergilerden çıkan kartlardan da yararlanabilirsiniz, istediğiniz herhangi bir hareketi de yapabilirsiniz. Bulaşık yıkama, banyo yapma, yerleri süpürme, ağaçtan elma kopartma, çiçek koklama vb eylemleri yapıyorMUŞ gibi yapıyoruz. Birimiz yaparken diğerimiz eylemin ne olduğunu bilmeye çalışıyor.

– HAYVAN TAKLİDİ
Sırayla bir hayvan seçin ve o hayvan gibi davranın. Karşıdaki kişi de bu hayvanın ne olduğunu bilmeye çalışsın.

– HAYDİ, BENİM GİBİ YÜRÜ!
• İhtiyar adam yürüyüşü: Sırt kamburlaştırılır, baş öne bükülür, elde baston varmış gibi yavaş yavaş yürünür.
• Dalgın adam yürüyüşü: Öne çapraz adım atılarak dengesiz yürünür.
• Cüce yürüyüşü: Dizler tam bükülür, baş omuzlar arasına gömülür, kollar aşağıya sarkıtılır. Böylece yürünür.
• Robot yürüyüşü: Vücut gergin, dizler ve kollar bükülmeden yürünür kollar öne ve geriye sopa gibi sallanır.
• Dev yürüyüşü: Kollar yukarı kaldırılır. Ayak uçları üzerinde yükselerek yürünür.
• Balerin duruşu

– HAYDİ SALLA
Bir kişi yönergeyi veriyor ve herkes uyguluyor: Şimdi başını salla, şimdi omuzlarını, şimdi kollarını, ellerini, parmaklarını, poponu, bacaklarını, ayaklarını…
Ve bu oyunu yine uzuvları kullanarak tuval boyama oyunu haline çevirebiliriz. Yanımızda bir boya kutusu var, popomuzu batırıp kağıdı boyuyoruz, elimizi batırıp boyuyoruz, avcumuzla boyuyoruz, böyle devam ediyor. (Bunu ilk olarak kocaman kocaman insanlarken, şirket içi bir yaratıcı drama eğitimindeyken yaptırmıştı eğitmenimiz. Çok eğlenmiştik.)

– SEK SEK

seksek

Halıyı tebeşirle çizemedik diye seksek oynamayalım mı yani? Bir yolunu bulduk tabikim. Biz iplerden yararlandık, kağıtlara da rakamları yazdık, oldu bitti. Sınırlar küçük taşlarla, legolarla ya da pek çok şeyle yapılabilir -üstüne basınca ayak acıtmayacaksa:)- (Alt komşumuz henüz taşınma arifesinde olduğu için rahatça tepinebiliyoruz)

– HEYKEL OL
(Aslında bu oyun 2 kişi için uygun değil ama Bilge’nin hoşuna gittiği için mecbur oynuyoruz ama zorlama oluyor biraz) Aslında oyun şöyle: Müzik açıp oynayın. Sonra birden müziği durdurun ve heykel ol deyin. Herkes en son hangi hareketi yapıyorsa, o haliyle donsun ve hiç kıpırdamasın. Müzik başladığında dansına devam etsin.

– SANDALYE KAPMACA
(Bu oyun da çok sayıda kişi katılımı gerektiriyor) Oyuncu sayısından bir eksik sandalye olsun. Müzik açıp oynayın. Sonra birden müziği durdurun. Sandalyeye oturamayan oyundan elenir.

– SICAK-SOĞUK
Bir yere bir nesneyi saklayın. Sonra çocuğunuz evde onu ararken nesneye yaklaştığında “SICAK” çok yaklaştığında “çok sıcak” diye, uzaklaştığında ise “SOĞUK” çok uzaklaştığında “çok soğuk” diye tekrarlayın. Bu oyunu, nesnenin yerini belirtmek için el çırparak da oynayabilirsiniz. Sakladığınız nesneye yaklaştıkça el çırpmayı kuvvetlendirin, uzaklaştıkça yavaşlatın. Sonra o nesneyi saklasın, siz arayın.

– DEFİNE HARİTASI
Bu oyun Bilge’ye epeydir oynatmak istediğim bir oyun. Sıcak-soğuk oyununu başka nasıl oynayabiliriz diye düşünürken türetmiştim. Evin içinde bir yere yine bir nesne saklayacağım. Fakat yerini kroki çizip belirteceğim ve ondan nesneyi krokiye bakarak bulmasını isteyeceğim. Anası gibi olmasın, yön duygusu gelişsin. Harita olsa yolumu zor bulurum, o dereceyim:)

– SAKLAMBAÇ
Evet bu oyunu tarife gerek yok sanırım. Oynamaktan sıkım sıkım sıkıldığım bir oyun ama… işte… Bilge… anladınız siz onu:/

Hadi yorulduk biraz oturarak oynayalım diyorsak:

– HANGİSİ EKSİK?

hangisieksik

Bu oyunu da 2,5-3 yaşından beri oynuyoruz. Bir tepsiye önce 3-5 parça nesne koyuyoruz. Nesnelere bakıp isimlerini saydıktan sonra birimiz gözlerini kapatıyor ve diğerimiz nesnelerden bir ya da birkaçını arkasına gizliyor. Ardından diğer kişi gözünü açıp neyin/nelerin eksik olduğunu hatırlamaya çalışıyor. Bir iki turdan sonra nesneleri artırarak oyuna devam ediyoruz.

– BU NEYİN SESİ
Birimizin gözü kapalıyken, diğerimiz bir nesne seçip mesela poşet, çıngırak, cam bardak, madeni para gibi elimize aldığımız nesnelerin sesini dinletiyoruz ve gözü kapalı olan kişi nesnenin ne olduğunu bilmeye çalışıyor.

– DOKUN HİSSET BİL
Bir kişinin gözleri eşarpla bağlanır. Diğer kişi bir torbaya çeşitli nesneler koyar. Gözleri kapalı kişi torbadan seçtiği nesneye dokunarak onun ne olduğunu tahmin etmeye çalışır.

-FARKINDALIK OYUNU
Bu oyunu nerede olursak olalım oynayabiliyoruz. Özellikle yeni gittiğimiz mekanlarda bir süre vakit geçirdikten sonra Bilge’ye hadi kapat gözünü farkındalık oyunu oynayalım diyorum. O da kapatıyor ve ben soruyorum; örneğin perdeler ne renk/yerler halı mı taş mı/kaç masa var/masaların şekli nasıl/kaç kapı var vs …. Bu oyuna Müfettiş Gadget iş başında da diyebiliriz:)

-KELİME BULMA OYUNU
Bu oyunu geçen sene oynamaya başladık. Bir harf seçip (ki genelde Bilge hep A’dan başlayıp sırayla gidiyor) o harfle başlayan 3’er kelime buluyoruz. Bu sene bir çıt ileri gidip seslerle ilgileniyoruz; mesela birimiz ‘özgür’ dediyse diğerimiz ‘r’ harfi ile başlayan bir kelime söylüyor.

– NESİ VAR?
Bir nesne belirleyin ve çocuğunuz size “nesi var?” diye sorduğunda aldığı dolaylı yanıtlarla belirlenmiş nesnenin ne olduğunu anlamaya çalışsın. Örneğin seçtiğiniz nesne saat ise şöyle bir diyalog olacaktır:
– Nesi var?
– Rakamları var.
– Nesi var?
– Yelkovanı var.
Tahmin edene kadar nesi var diye sorabilir.

– SANA NE LAZIM?
Karşılıklı 2 kişi ile oynanır. Oyun için her bir oyuncunun 2 dakika süresi vardır. İlk oyunu başlatan oyuncu bir meslek seçer ve sonrasında “Sana ne lazım diye sorar?”. Örneğin oyunu başlatan oyuncunun seçtiği meslek doktor ise şöyle bir diyalog olacaktır: “Sen bir doktorsun, sana ne lazım?”. Diğer oyuncu bu soruya cevap verdiğinde, “Başka ne lazım” diyerek oyun devam ettirilir. Karşıdaki oyuncunun 2 dakika boyunca “Başka ne lazım?” sorularına hızlı cevap vermesi gerekmektedir. 2 dakika dolmadan tıkanıp, cevap veremeyen kaybeder. Bir oyuncu sorusunu bitirdikten sonra, sıra diğer oyuncuya geçer ve o bir meslek seçerek oyunu devam ettirir.

– EVET-HAYIR
Oyunculardan biri soru soran diğeri de cevap veren kişi olur. Cevap veren oyuncunun hiçbir soruya “EVET” ya da “HAYIR” şeklinde cevap vermemesi gerekir. Örneğin, “Kardeşin var mı?” sorusuna “evet” derse yanar. “var” demelidir. Karşı oyuncu “Kaç kardeşsiniz?, 3 kardeşsiniz değil mi?” gibi şaşırtmalı sorularla karşısındaki oyuncuya “EVET-HAYIR” dedirtmeye çalışır.

– SUSMADAN KONUŞ
İki ya da daha fazla kişiyle oynanabilir. Bir konu/kelime ve bir de konuşmacı seçilir. Konuşmacıya kısa bir düşünme süresi verilir ve oyun başladığında 3 dakika süre ile hiç susmadan bu konu hakkında konuşması istenir. Örneğin konu/kelime “araba” ise konuşmacı arabayla ilgili aklına gelen herşeyi susmadan 3 dk boyunca anlatmalıdır.

– TAŞ KAĞIT MAKAS
İki oyuncuyla (2’den fazla kişiyle de oynanabilir) ve üç durumdan birinin seçilmesiyle oynanan bir el oyunudur. Taş makası, makas kağıdı, kağıt da taşı yener. Eğer oyuncular aynı durumu seçerse oyun berabere biter. Şurada eğlenceli bir anlatımını yapmışlar.
Üstelik bu oyun, herhangi bir oyuna başlarken kimin önce başlayacağını belirlemek için yazı-tura, çöp çekme gibi yöntemlere alternatif olarak da kullanılabilir.

– BOM!
Sayı saymayı öğrendiyse bu oyunu oynayabilirsiniz. Oyuncular halka halinde dizilirler. İçlerinden biri “1” diye saymaya başlar, yanındaki oyuncu “2”, onun yanındaki “3” şeklinde saymaya devam ederler. 5’e gelen oyuncu “BOM” der. Oyun kuralı gereği 5 ve 10’un katlarında BOM denir. Örneğin, “1-2-3-4-BOM-6-7-8-9-BOM. “BOM” demek yerine sayısının kendisini söyleyen oyuncu yanar ve oyundan çıkar. Oyun 1’den başlayarak diğer oyunlar arasında devam eder.

– HİKAYE TAMAMLAMA
Bilge’nin hayal gücü gelişsin diye elimden geleni yapıyorum ama bu oyunu henüz tam olarak hakkıyla oynayamadık… Herkesin katılacağı bir hikâye oluşturun. İlk olarak biri “Ormanda akşam olmak üzereydi, geceyi geçirmek için güvenli bir yer bulmaları gerekiyordu.” gibi cümle ile hikâyeyi başlatır sonra herkes sırayla birkaç cümle ekleyerek hikâyeyi devam ettirir. Önceki cümlelere dikkat edilerek hikâye devam ettirilir. Aileden biri hikâye yazıcı olabilir ve anlatım bitince tüm aile baştan hikâyeyi okuyarak keyifli bir zaman geçirebilir.

– SAÇMALAMACA OYUNU
Adı üstünde saçma sapan, akla mantığa sığmaz, sınırsız, ‘sık sıkabildiğin’ kadar oyunu:) Bu oyunda bir Bilge bir ben sırayla saçma sapan cümleler kuruyoruz.

– TEKERLEMELER
Bizim bildiklerimiz ve söyleyebildiklerimiz:
Dal sarkar kartal kalkar, kartal kalkar dal sarkar.
Şu yoğurdu sarımsaklasak da mı saklasak, sarımsaklamasak da mı saklasak.
Şu köşe yaz köşesi, şu köşe kış köşesi, ortada su şişesi.
Bir berber bir berbere, “bre berber gel beraber, Berberistan’da bir berber dükkanı açalım” demiş.

Söyleyemediklerimiz:
Şemsi Paşa pasajında sesi büzüşesiceler.
Siz Çekoslovakyalılaştırabildiklerimizden misiniz, yoksa Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?

– AİLE ALBÜMÜ
Eğer aile fotoğraflarınız bir albümde düzenli olarak durmuyorsa ya da tekrar düzenlenilmesi gerekiyorsa bunu ailece yapmak eğlenceli olabilir. Fotoğraflardaki aile üyeleri hakkında sohbet etmek (kim kimdir?), fotoğrafları kronolojik sıraya dizmek, ailece eski günleri hatırlamak sizin için de anlamlı olacaktır. (Bunu biz hiç yapmadık ama güzel bir öneri olarak durabilir. Hatta ne zamandır fotoğraf çıktısı almadığımı da farkettim)

Bu postu yazmamın bir nedeni bazen aklım duruyor, yazayım da şuradan seçerim diye… Bir de aslında iç dökecektim ama o başka posta kaldı artık.

Çalışıyor musunuz?

Etiketler

,

Tanışma faslı… isim, yaş, memleket, çocuktan önceki iş hayatı…
ve o soru;
– çalışıyor musunuz?
– ?#*^~%?!?
– efendim, anlayamadım?
– hayır.

(İçimden) hayır mı?! Sabah erkenden kalk, yatak toplamakla başla. Günde 3 kez yemek yeniyor. Bu, günde 3 defa mutfak demek, manava markete gidip alışveriş yapmak demek, bulaşık demek, toplamak demek. Neredeyse her gün çamaşır yıkanıyor. Bu çamaşırlıkta kuruyanları katlayarak sepete koy, çıkarttıklarını as, kuruyanları ütüle demek. Tüm gün evde çocukla kalmak demek evin dağılması demek ve bu da günde zilyon kere odaları ve oyuncakları toplamak, her gün elektrik süpürgesini çıkartıp evi süpürmek, temizlemek demek. Evdeyken kendini bir anda elini yıkayıp çıkmak için girdiğin tuvaletten, ‘dur iki dakikada şuraları cifleyeyim’ derken bulursun. Evde olmak demek yatak çarşaflarının değiştirilme vakti, biten tuvalet kağıdı ya da sabunu yenilemek ve çöp poşetlerini değiştirmek gibi minik ama sinir bozucu ayrıntılarla uğraşmak demek. Çocuğun gelişimine önem veriyorum. Bu da onunla oyun oynamak demek, onun için oyun araştırmak/üretmek demek. Havalanmasını ve sosyalleşmesini sağlamak için parka götürmek demek. Her akşam yaşanan rutinler; banyo yapmak, diş fırçalatmak, kitap okumak demek. Çocuğu sağlıklı beslemeye özen gösteriyorum bu da her akşam taze olarak sütünü mayalayıp yoğurt yapmak demek, asla şeker tatmaması için savaş vermek, çikolata yemeyi abartmaması için gün aşırı beynine beynine işlemek demek.

Sabah çocuk pijamalarını çıkartıp üstünü giyinsin diye 1537494625 defa tekrarlamak, kahvaltıda peyniri balla kakalayacam, yumurtasını bitirteceğim diye kendin ne yediğini bilemeden kalkmak, gün içinde oyun dışındaki taleplerini yerine getirmek (Artık oyun da diyemiyorum bak bu da ayrı mesele) anne şunu açar mısın/anne bunu tutar mısın/anne suluboya yapıcam su kabını bulamıyorum/anne jet oyuncağımı konuşturur musun/anne bak ne yaptım/anne anne anne anneeeeeeehh diye her seslenişine cevap vermek, kriz anlarıyla başa çıkmak, yatma hazırlığındayken dişini fırçalayıp pijamasını giysin diye küçükken duymaktan nefret ettiğin o ‘hadi’ kelimesini bu defa kendi ağzınla milyon kere tekrarlamak demek.

Herşeyin arasında vakit yaratıp kendimi geliştirmek istiyorum. Arkadaşlarımla çocuksuz olarak görüşebilmek istiyorum. Kitap okumak, hobilerime vakit ayırabilmek, kişisel bakımımı yapabilmek istiyorum. Bu yazıda belirttiğim işler kadar iki yazı daha yazabilirdim ama yine ‘anne bak ne yaptım’ cümleleriyle bölünerek bana ayrılan 30 dakikanın sonuna geldik.

Bir çocuk yetiştir ve evi yönet ama “çalışmıyor” desinler! Şiddetle karşıyım!

Anne ben kimim?

Etiketler

, , ,

annebenkimim1
Yok yok, Bilge henüz bu kadar büyük sorular sormuyor. Kitaptaki Mimi sormuş fakat bence verilen cevaplar tam olarak “ben kimim?” sorusunun yanıtı değil; daha çok sosyal rollerimiz. Tam da bu noktada, Bilge’ye değil de kendime okuduğum Güneş Çavması kitabında yazanlar aklıma geliyor: “Konu istediğimi yapıp hayalimi gerçekleştirecek kadar kendime sahip çıkmam. Konu bana dayatılan ve verilen kimlikleri yırtıp atabilmem. Bana öğretilen, hatta bazısını ezberlediğim endişe ve korkularımdan kurtulmaya çalışmam… Konu kendimle tanışmam, özüme dönme çabam!” İşte tam da bu!

Bu yolculuk daha çok çok minikken başlıyor. Ve büyürken hayatımıza giren herkes tarafından şekilleniyor. En önemlisi anne-babalar ve öğretmenlerimiz…

Will Smith’in ‘The Pursuit of Happyness’ (Türkçeye umudunu kaybetme olarak çevrilen) filminde basket sahasında oğluyla yaptığı konuşma beni çok etkilemişti. Will Smith’in oğluna söyledikleri; “Hey! Birinin sana bir şey yapamazsın demesine izin verme! Hatta benim bile. Anlaşıldı mı? Bir hayalin varsa onu koruman gerek. İnsanlar bir şey yapamaz ve senin de yapamayacağını söylerler. Bir şey yapmak istiyorsan gidip onu zorla al…”

Harika bir motivasyon filmiydi…

annebenkimim2
Marianne Valentine’yi ilk defa okuduk ve başka kitapları var mı bilmiyorum. (Aynı yazardan başka kitaplar okumayı da seviyoruz çünkü) Ben kimim? sorusuna bu kitapta cevap bulamadık belki ama Mimi’nin musluğun üzerindeki damladan okyanustaki yunusa kadar uzanan hayal gücü çok hoşuma gitti. Kitaptaki çizimler Philip Giordano’ya ait. Mimi’nin hayal gücünü çok şirin bir şekilde resmetmiş. Mavi bulut yayınevinden çıkan bu kitabı uzun zamandır okuyor olmamıza rağmen karton kapak olduğu için dayanıklılığını sürdürüyor.

pezzettino1

“Anne ben kimim?” kitabıyla aynı felsefeden baktığını düşündüğüm, Leo Lionni’nin yazdığı ve resimlediği “Pezzettino” kitabını da bu postta paylaşmak istiyorum. Minikler verilen mesajların ne kadar farkındalar gerçekten bilmiyorum ama bizim zamanımızdaki pamuk prenses gibi vahim hikayelerin çooook ötesindeler. Beni bu dönemle ilgili en mutlu eden şey, böyle güzel çocuk kitapları olması.

Pezzettino (Petsettiino diye okunurmuş) İtalyancada ‘parçacık’ anlamına geliyormuş. O küçük turuncu kare parçacık, kendinden başka herkesin kocaman olduğunu ve harika işler yaptığını görünce kendisi için ‘ben herhalde başkasının küçük bir parçasıyım’ diye düşünüyor. Ve bu sorunun yanıtını bulmak için bir yolculuğa çıkıyor. Yolculuğu sırasında önüne çıkan herkese soruyor ve aynı anlama gelen yanıtı alıyor. Bir parçam eksik olsa ben, ben olamam ki… Pezzettino anlayamasa da yoluna devam ediyor ve sonunda buluyor! Nasıl bulduğu kitabın sonunda yazılı.

Kendini bulmak, kendin olmak diyoruz ya… Böyle derin bir konunun, yalın bir dille bir çocuk kitabı haline getirilmiş olması heyecan verici! Resimlerdeki renkler, geometrik şekiller, ebru tekniği ile çizilen o denizler kayalar hem çok zengin hem çok sade.

Yine okumakla kalmadık, aktivite haline de getirdik. Ama itiraf edeyim o karelerle Bilge kendi objesini yaratsın isterdim, o ise ille de aynısını yapmak istedi… Önce kareleri boyadık, sonra parça parça kestik ve başka bir kağıda yapıştırarak bütün haline getirdik. Ne edelim, ince motor aktivitesi oldu. Bunları yapalı da üstünden bir sene geçti ve ben ancak yazıyorum.

03.2015_bilge_aktivite_boyama-10

03.2015_bilge_aktivite_kitap

Değnek Adam

Etiketler

, , ,

değnekadam1

Bilge 3 yaşındayken hediye gelmişti bu kitap. Üstelik, Bilge için alınacak kitaplar listesindeydi ve bunu bilmeden nokta atışı yapmıştı sağduyulu Ayşem’im:)

Yazar Julia Donaldson ve çizer Axel Scheffler zaten sevdiğimiz bir ikiliydi. Bu kitabı da defalarca, keyifle okuduk, okuyoruz. Akıcı ve melodik bir dili, ahenkli bir okunuşu var. Bu noktada çevirisini de oldukça başarılı buldum. Özellikle yapmak istemeseniz ya da yapamasanız bile, okurken vurgu ve tonlamalar kendiliğinden oluşuyor, içinizden çıkıyor ve hikaye çok daha etkili hale geliyor. Hatta biz okurken o kadar etkili hale gelmişti ki, Bilge şömine bölümünün olduğu sayfayı karalamıştı. Kitaplarını karalamak asla yapmadığı bir şey olduğu için şaşkınlıkla sormuştum;
– “Bilge’ciğim neden karaladın burayı?”
– “Değnek Adam’ı şöminede yanmaktan kurtarmak için!”
… … ………
kitap_değnekadam_40aylık_7

Değnek Adam günlerden bir gün, erkenden kalkar ve ormanda sabah koşusunu yapmak için yuvasından çıkar. Ne var ki başına gelmeyen kalmaz. Önce onu sopa zanneden bir köpekle karşılaşır, sonra nehire değnek atma yarışması yapan bir kızın eline geçer, ardından bir kuğu onu dal olarak kullanır ve daha sonra bir başkası bayrak direği, çanta askısı, kalem, yay, sopa… böyle sürüp gider… Değnek Adam sürekli kendisinin ne olduğunu anlatmaya çalışır, her seferinde kendini tekrar etmek, ne olmadığını ifade etmek zorunda kalır.

Bu sebeple olsa gerek, Bilge dışarıda bulduğu dalı, sopayı toplarken bir yandan da bana “anne bu Değnek Adam değil, di mi? Bak gözü, burnu yok” diye soruyordu yavrum:) Topladıkları değildi ama biz onun topladıklarından bir Değnek Adam yapmaya çalışmıştık…

değnek adam

kitap_değnekadam_40aylık_5değnekadam2

Çizimler de öyle etkileyici ki! Ailesinin Değnek Adam olmadan Noeli karşılarkenki buruklukları, kitaptan taşıp benim içimi deldi. Hikaye boyunca Değnek Adam’ın başına gelmeyen kalmıyor ama neyse ki sonu mutlu bitiyor. Aileyi, yuvayı, doğayı, çevreyi, farkettirmek adına (göze parmak sokmadan) okunabilecek güzel bir kitap.

Aç Tırtıl

Etiketler

, , , ,

02-2015_bilge_aktivite_kitap-16

Çocuğu olup da kitaplığında Eric Carle’ın yazdığı ve harika çizimleriyle resimlediği “Aç Tırtıl” kitabı olmayan azdır sanıyorum. Ne zaman almıştım hatırlamıyorum, belki Bilge 2 yaşında bile değildi… Hala severek okuyoruz! E madem öyle, o zaman paylaşayım dedim. Tanımayan varsa duysun, bilsin diye… 3 boyutlu baskısı da var.

Yazarın az yazıyla çok şey anlatmış olması bende ayrıca bir hayranlık uyandırdı:
Tırtılın kelebek oluşumundaki sürecini,
Renkleri,
Günleri,
Sayıları,
Yeşil sebzelerin ve meyvelerin sağlıklı olduğunu hem bu kadar yalın hem de rengarenk anlatınca, aldığı tüm ödülleri hak ediyor.

Ayrıca meyvelerin üzerindeki tam da miniklerin parmaklarına uygun delikler, çok yaratıcı şekilde düşünülmüş bir detay!

Kitabı sadece okumak çoğu kez bize yetmiyor. Bilge biraz daha büyüyünce geçen sene, meraklı minik kartlarından görüp tuvalet kağıtlarından tırtıl yaptık, sonra da bir güzel oynadık:)02.2015_bilge_aktivite_kitap-12

Aşağıdaki fotoğraftakiler ise benim objektifimden, babamın bahçesindeki yaramaz tırtıllar! Okuyup öğrenmeye, yiyip büyümeye meraklı minik açlara afiyet olsun:)

DSC_0021

DSC_0018

Annelikte doz aşımı!

Etiketler

, , ,


Çocuğumun ihtiyacı olan her an yanında olmalıyım… (Hadi ama gerçekçi olalım, bu ihtiyacı tek hisseden o mu?) Beni özler, ister, hep yanında ister… (Yoksa ben mi?) İşe gittiğimde onun için travma olur… (Hmm, bugün tanıdığım, annesi çalışan kaç arkadaşım psikopat acaba?) Eksik kalır bir yanı… Başka kimse dolduramaz o boşluğu… (Yüreğimde bir boşluk vardı da Bilgeyle mi doldurmaya çalışıyorum acaba?)

….

Şimdi sıkı dur blog, belki de ilk defa yazıyorum; Takıntılarım var benim! Özellikle anne olduktan sonra hayatımı yaşamayı zorlaştıran. Beni hep ikilemde ve çelişki içinde bırakan. Bu yüzden doğumdan sonra döndüğüm 15 aylık iş dönemi dışında 7/24 Bilgeyle birlikteydim. Kendim ilgilenmek istedim. Öyle ya; çocuk benim çocuğum, değil mi? Bu anne olarak benim en doğal hakkım. Anneanne ve babaanne bile olsa kimseye bırakmak istemedim. Takıntılıyım ya! Kontrol manyağıyım…

Her şeyiyle ben ilgileneyim durumu, 4 senede annesine bağımlı bir çocuk haline getirdi Bilge’yi. Eşim yoğun çalıştığı için babayla olan iletişimin zayıflığını da ben üstlendim. Hep Bilgeyleydim. Aktif olarak. Oyunlar araştırdım, buldum, yaptık, oynadık… Hangi oyunlar gelişimi için uygun, farklı hangi materyallerle tanıştırabilirim? Bu ay hangi kitabı alsam ilgisini çeker? -Kendi okuduğum kitaplar, makaleler de, çocuk gelişimi/psikolojisi olarak tür değiştirdi- Yaşının genel özellikleri neler? Ona yansıtılan sözler psikolojisini nasıl etkiler? Ben onun her sözünü sabırla dinledim. Uzun cümleler kurar, anlatacağı şeyi anlaşılır anlatır ama beklemek gerekir. Ben gözünün içine baktım.

Bilge’nin kahvaltısı,
Bilge’nin oyunları,
Bilge’nin sebze çorbası, mayalanmış yoğurdu,
Bilge’nin psikolojisi,
Bilge’nin sağlığı,
Bilge’nin meyve saati,
Bilge’nin akşam yemeği,
Bilge’nin banyosu,
Bilge’nin çişi dişi,
Bilge’nin kitapları,
Bilge’nin uykusu…
Dünyamın “biricik” varlığına, tüm gücümle kendimden verebileceğim her şeyi verdim.

Bugün dönüp baktığımda yaptıklarımda yanlış görmüyorum, yine olsa yine yapardım. (Bayan uslanmaz!) Benim bugün yaşadığım pişmanlık; doz aşımı ve orantısız ilgi! Kendimi bu kadar yok saymış olmak. Her şeyin bir yeri, zamanı ve dozu olduğunu hep hatırlamak gerekir. Ama ben ilk çocuk, mükemmellik takıntısı, vicdan muhasebesi falan derken dozu biraz (!) kaçırmışım.

İşte o noktada Zeynep’in her yanı annelik olmuş, Bilge’nin de her şeyi annesi olmuş. Ve aslında bu ikimize de iyi gelmemiiiiş.

Şimdi ben bana dönmeye çalışırken, Bilge okul olayında benden ayrılmak istemezken biraz zorlanıyoruz.

Ama aşacağız.

Bilge okula başladı. Aslında 2 ay oluyor ama araya hastalık girdi, kar tatili girdi derken aralıksız 2 haftayı yeni tamamlamıştık ki bugün yeniden kar tatili!

Tabi kolay olmuyor, şu ara günlerimiz çok ama gerçekten çok zor geçiyor. Şimdiye kadar evde annesiyle olan Bilge için her gün belli bir saat aralığında gittiği, içinde kuralları olan, öğretmenler ve arkadaşlar gibi daha önce hiç tanımadığı insanlarla iletişim kurmak ve sosyalleşmek durumunda kaldığı ‘okul’ kavramı çok yeni bir şey. Ben onun ‘en iyi arkadaşı’ olmuşum ve şimdi kendi yaşıtlarıyla oynamanın tadını bilmiyor.

Çokça sinir krizleri, inatlaşmalar, çatışmalar yaşıyoruz bugünlerde. Okulun ilk haftalarında resmen moralim bozuldu. Haydeee, işe giderken ayrı kaldım diye vicdan yaparken şimdi de hep birlikte olduk, benim yüzümden böyle oldu diye düşünüp suçluluk duydum (kendini üzmek konusunda üstüme yoktur valla). Okulun aynı zamanda uzman psikolog olan kurucusu sevgili Ayşegül Hanım bir ara Bilge’yi bırakıp beni de toparlamak zorunda kaldı:) (Okuldan şu anda çok memnunum, biraz daha deneyimleyince bunu ayrıca bir yazıda yazacağım).

İşin özü ‘önce sen!’ imiş. Evet, ‘önce ben’. Eğer ben varsam diğer herkes, her şey var. Nokta.

Geniz eti ve kulaktaki sıvı ameliyatı

Etiketler

, , , ,

Ne çektik be şu geniz etinden! Ne kulak sıvısıymış, kurumadı geçmedi! 3 yaşına kadar üç kere antibiyotik içmeyen çocuk, bu kış 3 ayda 3 kutu devirdi de bana mısın demedi. Üç ay boyunca tıkalı burunla gezdi; bir hafta iyiyken iki hafta hastaydı, 5 defa ENT Tıp Merkezinde KBB doktorumuz Hamdi Yakut‘a gittik geldik.

Tüm bu sürenin uzunluğu bizi ne kadar bezdirse de, aslında benim için psikolojik açıdan ameliyata hazırlık süreci oldu. Önce kendimi sonra da Bilge’yi hazırladım. Ona verdiğim bilgilerde detaya girmeden, ne zaman nereye gideceğimizi, kimlerin ona yardımcı olacağını, geniz etinin alınacağını ve böylece daha rahat nefes alacağını, kulak sıvısının alınıp artık ilaç içmek zorunda kalmayacağını falan anlattım.

Aslında ameliyatı yaz sonrasına sarkıtabilirdik eğer işin içinde ‘kalıcı işitme kaybına sebep olur’ dedikleri kulak sıvısı olmasaydı…

Ameliyat Bahçelievler Aile Hastanesi’nde doktorumuz Hamdi Yakut tarafından yapıldı. Sabah 7-8 civarı girdiğimiz hastaneden öğleden sonra 13.30 civarı taburcu olduk.

Sabah odaya girdikten bir süre sonra tahlil için kan almaya geldiler.
– “Şurup veriliyor, çocuk hiçbir şey hissetmiyor falan diye duymuştuk…”
– “Evet, ama süreci uzatır. Siz bilirsiniz, isterseniz bekleyebilirsiniz” dendi.
– “Tamam o zaman bir deneyelim” dedik.
04.2015_bilge_kbb_ameliyat-28

Biz, tamam deneyelim, Bilge dirayetlidir dedik de bu kadar da değil! Nitekim kelebeği takana kadar gözyaşı bile dökmedi ama sonrasında hoşlanmadığını görünce tamam dedik, hiç psikoloji falan bozmayalım, travma yaratmayalım… “şurubu getirin lütfen”. Meğer anestezi uzmanını beklemeliymişiz. İğne elinde 20 dk falan anestezi uzmanını bekledik. O süreçte babasının kucağında, koridoru gezdi, biraz telefonda videolara baktı…
04.2015_bilge_kbb_ameliyat-27Ne işlem yapılacağını bilseydim deneyelim bile demezdim. Kolunu sıyıracak, iğneyi batırıp kanı şırıngaya çekecek olay bitecek sanıyordum. Ay çok cahilmişim! Ne bileyim ben,
önce damar yolunu açıp o kelebek denen şeyi takacaklarını,
sonra da 3-4 tüp kan alacaklarını!
hatta o kanı almak için kolunu boğum boğum sıkacaklarını….
04.2015_bilge_kbb_ameliyat-30

Anestezi uzmanı geldi, sırtını göğsünü dinledi. 3-4ml bir şurup içirdiler, Bilge 5 dakika içinde sedasyon (bu kelimeyi de ilk defa duydum; böyle leyla gibi oluyor, dili örülüyor, kafayı kolu tutamıyor, sakin ve gevşek halde…) etkisine girdi ve kan almaya geldiler. İğne yeri tıkandığı için boşuna yapılmış oldu ilk aşama, diğer elini de deldiler. Süreçle ilgili tek ve en büyük pişmanlığım bu oldu.

Kan tahlilinin sonuçlarını beklerken Bilge’ye önlük giydirmeye geldiler. Mavi önlük ve yeşil boneyle yine de şipşirin ama içimi acıtan bir görüntüyle biricik kızımı uyanık tutma çabasındaydık.

Ve ameliyata giriş zamanı geldiğinde sabah 9 buçuğa geliyordu. Sedyeyle yanında ameliyathaneye giriş kapısına kadar gittik ve o içeri girdi, biz dışarıda kaldık, kapı kapandı… İşte o an çok savunmasız, çaresiz hissediyor insan… Bilge yeni doğduğunda, sadece birkaç günlükken topuk kanı aldıklarında ne kadar çok ağladığımı hatırladım… Ve Bilgeyle birlikte büyüyen bir yüreğim olduğunu hissettim…

Ameliyathaneye girip çıkması yaklaşık 40 dk kadar sürdü. Çıktığında sedyede yüzü koyun yatarken, gözleri kapalı, ağlıyordu… “Buradayız bitanem, anne baba yanında kızım” dedim… Birlikte odaya çıktık, şükürler olsun.

Çok uykusu vardı, derdi uyumaktı, tansiyonunu ölçtürmedi, “hiçbir şey yapmak istemiyorum” diyordu:) Uyudu…

Hamdi bey geldi, var olan hırıltısının normal olduğunu, ameliyatın iyi geçtiğini, geniz etinin alındığı ve kulak sıvısının çekildiğini söyledi. Etin fotoğrafını gösterdi; büyükçeydi. Sıvının ise tüp takmayı gerektirmediğini, önceden kullanmış olduğumuz ilaçların işe yarayıp sıvıyı kolayca alınabilecek hale getirmiş olduğunu söyledi. Yemek içmek ve banyo konusunda uyarılarını yapıp gitti.

Bir süre sonra yemeği geldi. Soğuk hoşaf, soğuk yoğurt, soğuk muhallebi ve buz gibi dondurma! Dondurma? Gerçekten ilk defa duydum, gördüm. Meğersem verilirmiş böyle ameliyatlardan sonra… Eh madem ne yapalım, yedirdik…

Hastaneden çıkarken Bilge yorgun ama iyiydi. Evde uyudu. Ağrısı, bulantısı veya başka hiçbir şeyi olmadı çok şükür. Doktor beş günlük bir koruyucu antibiyotik yazdı (neeeyyy! yine mi antibiyotik? diye bir çığlık yükseldi içimden) bir hafta sonra kontrole çağırdı.

Ertesi gün ameliyat olduğunu neredeyse ben bile unutmuş durumdaydım. Binlerce kez şükrettim, Allah hep sağlık versin, tüm çocukları korusun.

Duygular – Öfkeyle başa çıkmak

Etiketler

, , , , , , , ,

Keskin sirke küpüne zarar demişler (özellikle ergenlik dönemimde çabuk sinirlenen bir yapım olduğu için babam sıkça söylerdi bu sözü) Çok anlamlı olsa da sakinleşmem için faydası olmuyordu. Üstelik içten içe de o hallerimde çok kabul görmediğimi hissediyordum. Açıkçası, bir çocuğum olduktan sonra ve çokça kişisel gelişim kitapları okuduktan sonra (hatta son zamanlarda yoganın da katkısıyla) duygularımın daha farkında oldum.

Nedeni ne olursa olsun, Bilge öfkelenip ağladığında onu başka odaya göndermem, yalnız bırakmam, eskiden hep duymuş olduğumuz “ağlayınca çok çirkin oluyorsun, ağlamak sana yakışmıyor, aaa cici kızlar böyle yapmaz” türünden, duygusunu reddeden ve onu etiketleyen cümleler kurmam! Bizim ailede, ben küçükken bir yaramazlık, huysuzluk ya da kabul görmeyen bir şey yaptığımda “bizim Zeynep gitti, başka Zeynep geldi” denirdi !!???!!! Ağladığımda ya da istenmeyen bir şey yaptığımda kabul edilmiyorum yani? Dışlanıyorum? Ötekileştiriliyorum (başka zeynep)? Kendime güvenim sarsılıyor. Ve başkası tarafından onaylanmayı beklediğim için bugün yaptıklarıma güvenemiyor ve yapamam duygusu taşıyorum. Hayır diğer değil, o zeynep de benim! O duyguları hisseden de benim! Hepsi benim! Tüm yaşadıklarım benim! Tüm yaptıklarım benim! Reddedersen, ben ‘ben’ olamam ki, kişiliğimi karakterimi bulamam oturtamam, ne istediğimi bilemem…

Bilge ağladığı zaman çoğu kez sarılıp öperim, sırtını sıvazlarım, öfkeli hissettiğinin farkında olduğumu söylerim, durumu kısa ve net iki üç cümleyle tekrar edip susarım. O da ağlar ağlar, rahatlar ve susar…

Artık daha iyi anlıyorum ki, her türlü duygumuz çok doğal. Korkmak, üzülmek, sevinmek, utanmak, öfkelenmek… Bunları engelleyemeyiz, yok sayamayız. Ancak davranışımızı kontrol edebiliriz/etmeliyiz. Duygularımızla nasıl baş ediyoruz?

Şahsen ben çok çok çok öfkelendiğimde bağırmak, vurmak, kırmak, parçalamak istiyorum. Fakat -çok şükür ki ailemde de şiddet görmediğim için- kendime ve çevreme zarar vermek istemiyorum. Gittiğim bir eğitimde, öfke ve şiddet konularına sıra geldiğinde, nasıl baş edileceği ile ilgili öneriler arasında; bir balonu şişirip patlatmak, yastık ya da kum torbası yumruklamak gibi fikirler tartışılıyordu. Aslında önerilerin kendisi şiddet içerikli idi ama sonuçta kendine ve çevreye zarar vermiyor diye düşündüğüm için bana mantıklı geliyor.

Beyin fırtınası yaparken güzel fikirler de ortaya çıkmıştı; öfkeli hisseden çocuğu sakinleşmesi için boş bir odada, boş duvarlara karşı bir kaç kova boya ile baş başa bırakmak; kum torbası yerine elleriyle boyaları duvara sıçratır ya da sürerken belki de ortaya sanatsal sonuçlar bile çıkabilir;) Tabi her defasında o duvar nasıl eski haline getirilir sorusuna da çözüm bulmalı:) ya da belki yastık yumruklamak yerine bateri başına geçmek? O zaman da apartmandan kovulmamak işten bile değil:/ Yoga, meditasyon ve nefes egzersizleri de bir çözüm olabilir… Ama bir süredir yoga yapsam da çok çok ama çok sinirlendiğimde bana en iyi çözüm kum torbası gibi geliyor. Olmadı, hızla koşmak ya da tepinmek…

Öfkeli hissettiğimizde neye karşı öfkelendiğimizi farketmek, bunu fark edip odağı değiştirmek de işe yarayan çözümlerden olabilir…

Yani diyeceğim o ki, biz büyükler bile duygularımızla baş etmekte zorlanırken, daha ilk altı yılında olan minikler ne yapsın? Bizim bildiğimiz kadar şey bilmiyorlar bile!

Ben kendi duygularımı kabul ettiğim zaman daha kolay yönetebiliyor olduğumu farkettim. Duyguları tanımanın ve kabul etmenin, Bilge’ye öğreteceğim en önemli şeylerden biri olduğunu düşünüyorum.

tuna

Bu noktada Bilge’ye olan davranışlarım kadar kitapların da büyük katkısı oluyor. Daha önce “İnatçı Kirpi Mina” dan bahsetmiştim. “Bilmiş Fare Tuna” da aynı yayınevinden, aynı yazarın, çizerin kaleminden çıkan serinin bir başka kitabı. Bu da ha-ri-ka! İçerik, çok ince bir yaratıcılıkla verilen mesaj, cümleler, çizimler… Tam da üzerinde durduğum, yukarıda onca satırı yazmama vesile olan kitap. Alın, okuyun kesinlikle. Kitaptan bir bölümle bitiriyorum:

Korkmak, üzülmek, kızmak, utanmak…
Tüm bunlar hepimizin başına gelmez mi zaman zaman?
Tuna, esas senin bunları aptalca bulman ne tuhaf!

İlk tiyatro oyunumuz: PİTİ

Etiketler

, , , ,

Photo 8.03.2015 15 14 43Küçükken annemle gittiğim, çok sevdiğimi hatırladığım oyun; fareli köyün kavalcısı idi. O kadar çok sevmişim ki birden fazla kez gitmişim yanlış hatırlamıyorsam…

Büyürken de tiyatro sevgisi azalmadı içimde. Okul dönemlerimde tiyatrocu olma isteğim bile vardı ancak buna karşılık “tiyatro karın doyurmaz… torpil gerekli… o iş zor” gibi söylemler duyduğum ve yönlendirilmediğim için sadece bir tiyatro seyircisi olarak hayatıma devam ediyorum.

Uzun zamandır Bilge’yi bir tiyatro oyununa götürmek istiyordum… Daha önce tiyatro salonunda olmasa da bir grup çocukla, en sevdiği kitaplardan biri olan üç kedi bir dilek kitabının yazarı Sara Şahinkanat’ın sunumunda kukla tiyatrosu izlemişliği vardı. Çok beğenmişti, hatta “anne yine gidelim, ne zaman gideceğiz?” diye istekli ve hazır olduğunu belli ediyordu…

Geçtiğimiz pazar Fatih Reşat Nuri sahnesinde gittik “Piti” oyununa… 

Photo 8.03.2015 15 03 55

piti2

Oyun 40 dakika sürüyor. 3 yaş üstü için hazırlanmış.
Konusu: Annesini kaybetmiş bir kaz yavrusu olan Piti daha yumurtadayken üç kardeşin bahçesine yuvarlanır. Yumurta çatlar, içinden Piti çıkar. Üç kardeş Piti’yi çok severler ve ona annesini bulması için yardım etmeye karar verirler. Fakat Muhteşem Kurt peşinde olduğu uçurtmayı ele geçirebilmek için Piti’yi kaçırır.

piti1

Oyunun adının Piti olması bizim için talihsizlik oldu çünkü Bilge’nin ilk gittiği kukla gösterisinde, kedilerden birinin adı; Piti. Ve ben Bilge’yi yumurtadan çıkan minik kuşun adının Piti olduğuna ikna edemedim, zira Bilge de oyun boyunca “anne, Piti ne zaman çıkacak?” diye sorup durdu:)

İlk defa böyle bir ortama giren Bilge’yi ‘oyun başlayınca ışıklar ve kapılar kapanacak’ diye hazırlamayı unuttum. Kapının kapalı olduğunu fark edince; kapıyı neden kapattılar, baba dışarıda kaldı diye ağlamaklı oldu, neyse ki uzatmadı…

Hoparlörlerden gelen sesler bazen mikrofon cozurtuları nedeniyle rahatsız edici oldu ki ses fobisi olan Bilge için iyi olmadı ama alışacak zamanla…

Etrafı seyretmekten oyuna yarım yamalak baktı, çıkınca ben babasına oyunu anlatıp aralarda kuklaların taklidini yapınca, bana tekrar tekrar anlattırmaya başladı:)

Oraya kadar gidip de Vefa’da boza içmemek olmazdı. Bilge bir iki kaşık tatsa da sevmedi, ama leblebi kısmına dahil oldu:)

Esas bombayı ise oyun bitip dışarı çıktığımızda patlattı. Babası sordu:
– Bilge, oyunu beğendin mi?
– Evet… ama Piti çıkmadı.
:))

İnatçı Kirpi Mina

Etiketler

, , , ,

minaBa-yıl-dım bu kitaba! Çok eğleniyorum okurken:)

“Merhaba! Benim adım Leyla. Size bir hikaye anlatacağım. Beğenirseniz ne âlâ!” diyerek hikayesine başlayan Leyla Fonten’e Bilge kahkahayla gülüyor:))

LeyLA FONTEN, kendisini La Fontaine’in torununun torununun torunu olarak tanıtıyor. İsim çok yaratıcı olmuş:)) Ve İnatçı kirpi Mina, -9 kitaplık seriden- Leyla Fonten’in evinde yaşayan, huyları birbirinden farklı dokuz hayvandan biri.

Kitap eğlenceli bir dille yazılmış ayrıca içerik olarak çok yaratıcı olmuş.
FullSizeRender-2

Mina, giyinmesi gerektiğinde giyinmeyen, uyuması gerektiğinde uyumayan, oynaması gerektiğinde oynamayan inatçı mı inatçı bir kirpi. Bence arkadaşları daha da inatçı fakat kitapta inatlaşmalar çok eğlenceli sonuçlanmış. Mesela oynamak istemeyen Mina ile arkadaşlarının illaki birdirbir oynamak istemeleri çok yaratıcı olmuş:)

FullSizeRender-1

Giyinmek istemeyen Mina’yı zorla giydirdiklerinde tüm kıyafetlerin paramparça olması sonucu, Leyla Fonten’in “keşke fileden yapılmış bir kıyafet bulsaydınız” şeklindeki çözüm örneği ‘başka seçenekler de olabilir, inat ederken burnunun dikine gitme, durumu iyi analiz et, başka açılardan da düşün, farklı çözümler yarat’ ana fikrini, insanın gözüne sokmadan, rahatsız etmeden, son derece eğlenceli bir şekilde veriyor.

Benim için bir başka farkındalık konusu ise Leyla hanımın sözü oldu; “Birine inatçı diyebilmek için illaki ikinci bir inatçı gerekli. Tek başına inatçı olamaz hiç kimse.” Heh işte bu ikinci inatçı da ben oluyorum:)) Kitabı okuduktan sonra düşündüm; Bilge hangi konularda inatçılık yapıyor, ben nasıl tepkiler veriyorum, ne gibi çözümler bulabiliriz… Belki Bilge’nin inatçılığı ile ilgili bir yazı yazar ve bunu orada irdelerim:)

Redhouse Kidz’in yayımladığı, Tülin Kozikoğlu imzalı Leyla Fonten’den Öyküler serisinin diğer kitaplarını da çok merak ediyor ve almak için sabırsızlanıyoruz. Kitap yanılmıyorsam 5 yaş ve üstüne öneriliyor ama bence 3 yaş üstü için de uygun, metnin akıcılığı sayesinde rahatlıkla okunabiliyor.

Çizimler konusunda Sedat Girgin’in gerçekten sıradışı bir tarzı var ve anlatımla bütünlük sergiliyor. (Allaaam Allaam! Ne olur şu kuluna da öyle bir yetenek ver, amin)

FullSizeRender-3